Resulullah (s.a.a)’ın Hz. Ali (a.s)’ı kendinden emin bir şekilde meydanda görmesi, nurlu gözlerine ışık getirmiş ve ümitli bir ifadeyle tarihe kaydedilecek meşhur cümlesini işte böyle bir anda sahabelerine söylemişti: “İmanın bütünüyle şirkin bütünü karşı karşıyadır.”[1]
Hz. Ali (a.s) ile Amr b. Abduved arasında kısa ama hararetli bir konuşma geçmesi, iki Arap pehlivanının mücadelesinin ne denli zor geçeceğinin habercisiydi.
Amr, karşısına geçmeye cesaret edenin Hz. Ali (a.s) olduğunu fark ettiğinde kendisini bu işten alıkoyacak cümleler sarf ediyordu:
“Ey Ali! Amcaların arasında sen pek de naçiz bir savaşçısın. Müslümanlar arasında senden büyük başka bir kimse yok muydu? Ağzından süt kokusu gelmekteyken, kendini aslanın pençesine niye atıyorsun?…”
Hz. Ali (a.s) ise, beklemeden küstah Amr b. Abduved’e cevabını verdi: “Ey Amr! Boş konuşuyorsun. Ölümün benim elimden olacak ve toprağı senin kanınla boyayacağım.”
Ve dövüş başlamıştı… Atağa ilk olarak kalkan Amr bin Abduved idi. O, kılıcıyla Hz. Ali (a.s)’ın başına büyük bir darbe indirmek istese de, İmam savaş mahareti ve çevikliğiyle bu ağır darbeyi atlatmıştı. Ne var ki, Amr’ın darbesi öyle ağır ve şiddetliydi ki, imamın zırhını ikiye bölmüş, başını yaralamıştı.
Hz. Ali (a.s) ise, hiç beklemeden kendine özgü bir taktikle çatal kılıç Zülfikar’ı, Amr’ın atının ayaklarına doğru kuvvetlice savurdu. Beklemedik hamle karşısında atı sendelemiş ve kendisini yerde bulmuştu. Koca gövdesiyle yere yığılıp kalmıştı.
Bu sırada, savaş meydanını büyük bir toz bulutu kaplamış, her iki tarafın askerleri de sesli düşünmeye başlamışlardı. Bir taraftan Amr b. Abduved gibi Arapların en büyük pehlivanı, diğer taraftan da düşmanlarını iki darbeye fırsat kalmadan tek darbeyle öldüren Hz. Ali (a.s). Her iki taraf da bu çarpışmanın, savaşın kaderini etkileyeceğini düşündüklerinde bakışları daha da keskinleşiyor, eller gökyüzüne duaya kalkıyordu.
Toz bulutu içerisinde yapılan kıyasıya mücadelede kimin üstünlük sağladığı belli olmazken, münafıklar Amr’ın, kendilerine en büyük engel gördükleri Hz. Ali (a.s)’ı öldürdüğü hissine kapılmışlardı. Onların bu zanları, Hz. Ali (a.s)’ın tekbir sesine dek sürdü. Zira Hz. Ali (a.s)’ın tekbir nidası, zaferin de habercisiydi.
Hz. Ali (a.s), toz bulutu içerisinde mübarek alnından süzülen kan damlaları ve ince bir tebessüm ile ağır ağır İslam Peygamberi’ne doğru gelirken, Müslümanlar Şah-ı Merdan’ı tekbir nidalarıyla karşılıyorlardı.